|
Elde Roma gibi kültürü geniş ve orijinal bir uygarlık olunca şehir stratejisi yapmayı plânlayan firmaların temel almayı akıl ettiği bir numaralı uygarlık da Roma oluyor; hem daha önce birçok kez ele alındığı için kurguyu baştan yapmaya gerek yok, hem her yanı gayet açık bir şekilde biliniyor, hem de çekeceği ilgi âşikâr. Hem zaten şehir stratejisi bu, savaşa ağırlık vermemen lâzım, e Roma gibi savaşın kıyısından köşesinden bile geçmemiş bir uygarlık varken mutluluğu niçin başka diyarlarda arayasın ki, di mi? Hı? Di mi?
Imperium Romanum, herhangi bir uygarlığın kültürünü temel alarak yapılan şehir stratejilerinin arasına eklenen yeni bir arkadaş, ve onun da göbek adı Roma. Caesar, Glory of the Roman Empire, Civcity: Rome; tamamen benzer, yalnızca yapı, içerik ve kalite açısından birbiriyle yarışabilecek yapımlar hepsi, ancak içlerinden şu ana dek en çok beğenilen oyun Caesar serîsi olmalı.
İşleyiş belli; Roma’nın bir numaralı yöneticisiyiz ve “kaynak topla, köle çalıştırarak kaynağı işle, halka sun, halkı adam gibi yerleştir, yol-su-elektrik geyiğine vergiyi kap, mutlu öl” rutininin tüm kurallarına uyarak görevleri başarıyla sürdürmeye çalışıyoruz. Eğitim bölümü dışında oyun türleri üçe ayrılıyor; Scenerio bölümünde klasik olarak verilen görevleri, sunulan rastgele haritalarda tamamlamaya çalışıyoruz, Rome bölümünde hakikî Roma’nın şartlarına göre ayarlanmış orijinal Roma bölümünde, şehre ortasından dalıp yönetimi düzgün sürdürmeye çalışıyoruz, Timeline bölümündeyse Roma’nın farklı tarihsel zamanlar içerisinde bulunduğu farklı hâllerinde idarenin başına geçme fırsatı yakalıyoruz. Rome ve Timeline bölümleri gerçek baz alınarak hazırlanmaya çalışıldığı için bu bölümlerde görevleri tabletlerden alıyor, ve bu tabletlerden tarihsel bilgiler de edinebiliyoruz.
Imperium Romanum’un en kilit işleyiş noktası diğer çoğu şehir stratejilerinde de olduğu gibi “merkeze bağlılık”. Binaları yaparken yer ayarlama aşamasında binanın belirli bir uzaklığından çap alınmış şekilde hayalî bir daire çizildiğini görüyoruz; bu daire, binanın aktif olacağı bölgeyi belirtiyor ve bu dairenin dışına yapılmış evlerde yaşayan insanlar, yaptığımız ve iş imkânı yaratan binaya çalışmak için gidemiyorlar. Dolayısıyla, yaşama mekânlarıyla çalışma mekânlarını iç içe ve iyi kurgulanmış şekilde tutmak durumunda kalıyoruz; aksi takdirde insanlar yakınlarında temel ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri binalar olmadığı veya iş imkânı bulamadıkları için şikâyet edebiliyor, bazı binalar kutsal dairenin dışında kaldığı için itfaiye hizmetinden mahrum kalabiliyorlar. Tabii, bu ayarlamayı kusursuz yapmanın neredeyse imkânı yok; oyunu tam bir şehir plânlamacısı gibi oynamak gerekir bunu başarabilmek için. Zaten bu işleyiş akla ister istemez İstanbul’u getiriyor. “İş imkânları ve hizmet sağlayıcılar, yerleşim birimlerinden fazla uzakta olamaz.” Hah.
Bu tip stratejilerin ilk bakılan yanlarından biri bina çeşitliliği, ve Imperium Romanum –en azından benim gibi çeşit manyakları için- azıcık ucundan sınıfta kalıyor. Kaynak işleme binaları, tarlalar ve temel binalar gibi olmazsa olmazlar açısından bir sorun yaşanmazken, mesele lükse kaçabilecek içerik zenginliğine geldiğinde maalesef biraz yoksul kalıyoruz. Kolosyum gibi, Roma’nın ünlü, tarihsel yapıt harikaları dışında tiyatro, okul, umumî banyo, silah satıcısı, bahçe gibi mimarîler inşa edebilsek de, görüldüğü gibi bunlar pek ayrıntı sayılmaz. Yıllar öncesinin bir Age of Empires II’sinde bulunan bina çeşitliliği bile yok neredeyse oyunda. Anno 1701’in sorunu da buydu; nedense, yapabilecekleri en kolay aşamadan beğeni kaybediyor şehir stratejileri.
Bir şehir stratejisi olması dolayısıyla Imperium Romanum savaşa bir hayli az ağırlık vermiş durumda. Şehrimizle uğraşırken genelde yalnızca kıyıda köşede ufak bir alanda yerleşmiş yaşayıp giden barbar kavimlerle mücadele etmemiz gerekiyor ve bunun için de birkaç ünite asker çıkarmamız yeterli. Zaten, asker çeşitliliği de pek bulunmuyor; yalnızca atlı savaşçılar, okçular ve normal yayan savaşçılar çıkarabiliyoruz. Mancınık, ilerleyen teknolojilerde top, tüfek gibi imkânlarımız da pek bulunmuyor. Savaşlar da fazla bir strateji üretmeye meydan vermeden, basit ve tekdüze saldırılarla geçiyor. Zaten, barbar kavimler sanki yalnızca bir sinek kolonisiymiş gibi takılıyor etrafta; insanlarının hatlarını belirgin olarak seçmek mümkün değil ve sürekli bir yerlere koşturuyorlar. Bu kadar çalışıyormuş gibi görünen bir kavmin sadece yerinde sayması da ortada kafa bir felsefenin filan olma ihtimalini düşündürüyor insana. Neyse, yıkalım gitsin deyip dalıyorsunuz tabii yine de.
Oyunun en beğendiğim yanı müzikleri, Roma’yı taban alan çoğu şehir stratejisinde de olduğu gibi. Özel olarak müzik arşivine katılmayı hak edecek derecede dinlenebilir yapımların yer aldığı müzik listesi sayesinde oyunun oynanış süresi psikolojik etki sebebiyle uzuyor. Müziklerdeki başarı, karakter ve ortam seslendirmelerinde de görülürken, bu işitsel zenginlik görsel niteliklerin de bir strateji oyunu için yeter de artar seviyede olmasıyla desteklenince ortaya fiziksel açıdan yenmesi keyifli görünen bir çıtır çıkıyor.
Çıtırın bir diğer çıtır yanı da hata oranındaki düşüklük; oyunu oynadığım süre boyunca Stronghold serîsinin son oyunlarında görülen çıldırtıcı hatalara benzer hatalar görmeyi bırakın, “olur o kadar” denilebilecek hatalara dahi pek rastlamadım. Kolayca her oyuncu tarafından çözülebilecek işleyişin çevresinde, hatalar tarafından çıldırtılmadan, bina çeşitliliğinin sağladığı imkânlar çerçevesinde keyifle sürdürüyoruz Roma yöneticiliğini.
Imperium Romanum, genel itibariyle değerlendirmek gerekirse, şehir stratejisi ve ticaret stratejisi oyuncuları tarafından beğeniyle karşılanacak, başarılı bir yapım. Gelecek zamanlarda ortaya yeni şehir stratejilerinin konacağı kesin, ancak şâyet şu ana dek çıkan yapımlardan daha başarılı olmayı düşünmüyorsa, lütfen, ya herhangi bir uygarlığı temel almasın ya da Roma dışındaki farklı bir uygarlığı temel alsın.
|
|
|